Cuma, Temmuz 03, 2015

Kaybettiklerimizin Ardından...

Sevgili Dostum Mehmet'e
08.02.2010

Bazen siyah beyaz fotoğraflardaki renkli hayatını ararsın. Kaybettiğin sadece renkler değil, masumiyetindir de aynı zamanda. Kalbin halen çarpıyorsa derinlerde bir yerlerde, kendisini hatırlatmazsa sen nedense hiç oralı olmazsın.

Bazen bir koku çarpar yüreğine sokakta yürürken. Annenin kızarttığı patlıcandır, babanın ayıkladığı balıklar yahut babaannenin pişirdiği çörekler... İnsanın kalbi sızlar böyle günlerde...

Bazen bir şarkı çalınır kulağına. Delice dansettiğini hatırlarsın önce. Belki sarhoş olup bağıra çağıra küfrettiğin “o adam”a veya “o kız”a – henüz “o kadın” olmamıştır çünkü “O” –, belki hepbirlikte yenen bir aile yemeğinin ardından çalınan plaktır, belki de çalanın ta kendisi...

Bazen unutkanlıklar sarar bedenini. Nefes alamaz olur insan. Damarlarında kan yürümekte direnir. Kalbin, yağ bağlamışçasına zorlanır atmakta. Gözlerinde gözyaşların çoktan kurumuştur zaten. Artık saçların bile çıkmıyordur. “Tarak”, senin için odanı toplarken bulduğunda sevindiğin nostaljik bir eşyadır.

Bazen silkinir. Üzerindeki tozu silkeler, kalbinin yağlarını temizlersin. Bir kadeh şarap, belki eskilerden bir müzik. Sofrayı da donatırsın; ızgara balık, yanına yoğurtlu patlıcan. Yemek sonrasına da en sevdiğin çörekler...

Ama ne şarkı o eski şarkıdır, ne de şarap eskisi gibi sarhoş eder seni. Balıklar kokmuştur, patlıcanlar hormonlu, çörekler yavandır. Ve ne olduğunu bile anlamadan kalbin duruverir. Yaşlı ve yorgun kalbin tüm bunlara dayanamamıştır. Sen artık ölü bir adamsındır.

Ve zil çalar. Uyanırsın. Üzerini değiştirir, elini yüzünü yıkar, dişlerini fırçalar ve dışarı atarsın kendini. Yeni bir gün seni beklemektedir.


“Ne vardı ki bu kadar çok içecek?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder