Sevgili Dostum Mehmet'e
08.02.2010
Bazen
siyah beyaz fotoğraflardaki renkli hayatını ararsın. Kaybettiğin sadece renkler
değil, masumiyetindir de aynı zamanda. Kalbin halen çarpıyorsa derinlerde
bir yerlerde, kendisini hatırlatmazsa sen nedense hiç oralı olmazsın.
Bazen
bir koku çarpar yüreğine sokakta yürürken. Annenin kızarttığı patlıcandır,
babanın ayıkladığı balıklar yahut babaannenin pişirdiği çörekler... İnsanın
kalbi sızlar böyle günlerde...

Bazen
unutkanlıklar sarar bedenini. Nefes alamaz olur insan. Damarlarında kan
yürümekte direnir. Kalbin, yağ bağlamışçasına zorlanır atmakta. Gözlerinde
gözyaşların çoktan kurumuştur zaten. Artık saçların bile çıkmıyordur. “Tarak”,
senin için odanı toplarken bulduğunda sevindiğin nostaljik bir eşyadır.
Bazen
silkinir. Üzerindeki tozu silkeler, kalbinin yağlarını temizlersin. Bir kadeh
şarap, belki eskilerden bir müzik. Sofrayı da donatırsın; ızgara balık, yanına
yoğurtlu patlıcan. Yemek sonrasına da en sevdiğin çörekler...
Ama
ne şarkı o eski şarkıdır, ne de şarap eskisi gibi sarhoş eder seni. Balıklar
kokmuştur, patlıcanlar hormonlu, çörekler yavandır. Ve ne olduğunu bile
anlamadan kalbin duruverir. Yaşlı ve yorgun kalbin tüm bunlara dayanamamıştır.
Sen artık ölü bir adamsındır.
Ve
zil çalar. Uyanırsın. Üzerini değiştirir, elini yüzünü yıkar, dişlerini
fırçalar ve dışarı atarsın kendini. Yeni bir gün seni beklemektedir.
“Ne
vardı ki bu kadar çok içecek?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder