Salı, Ağustos 31, 2010

23 Nisan Baloları...

Bir 23 Nisan'da
Eda ve Ben
İlkokul yıllarımdan hatırladığım bir hoşluktur 23 Nisan baloları..

Siz benim "balo" dediğime bakmayın. 23 Nisan törenlerinden sonra, genellikle akşamüstleri, okulda "balo" verilirdi. Sınıfların açıldığı koridorlara sıralar çıkartılır, üzerlerine 2-3 çeşit kurupasta, çatalçörek falan konur, adam başına da 2'şer gazoz verilirdi. Bunlar hepbirlikte oturup yenildikten sonra tiyatro salonuna inilirdi.

Tiyatro salonu, aslında bir ilkokul için oldukça büyük bir yerdi. Bayağı büyükçe bir sahnesi, eski ve kullanılmayan, antika sayılabilecek bir piyanosu, eski, tahta sandalyeleri olan bir yerdi. "Balo" için tüm sandalyeler üstüste dizilip kenara çekilir ve ortalık açılırdı. Sahnede, muhtemelen üniversite öğrencilerinden oluşan, bir orkestra o günlerin meşhur olmuş şarkılarını çalar, biz de dansederdik. Ben sürekli dansederdim. Yavaş şarkılarda kız arkadaşlarımı sıradan dansa kaldırır, hızlı şarkılarda da erkek arkadaşlarımla hoplar zıplardım. Bu partilerde o kadar çok eğlenirdim ki, her sene 23 Nisan yaklaşırken bir sevinç kaplardı içimi.

Küçükken insan küçük şeylerle mutlu oluyor ve hayatı boyunca unutmuyor. Büyümenin en kötü yanı da bu galiba. Mutlu olmak için sürekli yeni şeyler istememiz. Herşeyi çabucak tüketiyoruz, halbuki tükettiğimiz yalnızca kendimiziz...

Perşembe, Ağustos 26, 2010

Her ilkokul çocuğunun kabusu: AŞI..!

Aslında başlangıçta iğnelerden korkmuyordum. Daha ilkokula başlamadan önce yoğun burun kanamalarım olduğu için 1 hafta kadar hastanede yatmıştım. Hastanede yatmak demek, gece-gündüz demeden sürekli birilerinin biryerlerinize iğneler saplaması anlamına geldiğinden, aslında alışıktım bu duruma. Ama her nedense bir iğne fobisi oluştu bende. İlkokul sırasında da her fırsatta aşıdan kaçtım. Bazen hastaydım, bazen babam yaptırmıştı aşılarımı.

İlahi adalete inanır mısınız bilmem ama, bu kaçışlarımın çok acı bir intikamı oldu.

3. veya 4. sınıftaydım yanılmıyorsam. Sürekli hasta oluyorum. 3 gün okula gidiyorsam 5 gün yatıyorum. Sevgili arkadaşlarım Cem, Ece ve Mine hergün bana uğrayıp derslerden geri kalmamamı sağlıyorlar. Baktık ki olacak gibi değil, babam tuttu elimden, fakülteden sınıf arkadaşı Prof.Dr.Demircan Akan'a götürdü.

Prof.Dr.Demircan Akan, kısaca boylu, hafif şişman, şu güneş ışığında kararan gözlüklerden takan bir amcaydı. Yanılmıyor isem Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde kürsü başkanıydı. İlk başlarda çok sempatik gelen bu amca, bademciklerimin alınmasına karar verdi.

"Bak çucuğum, dondurma alır gibi.. Şık şık.."

Ay ne güzel..! Demek dondurma alır gibi. Çok severim ben dondurmayı..!

Ameliyat günü sabah erkenden Cerrahpaşa'ya geldik. Üzerimi çıkarıp hazırlandım ve Demircan Amca ile birlikte laboratuvar-ameliyathane karışımı bir yere geldik. Bir sandalyeye oturttu beni. Yanımızda da iki hemşire ve bir hademe! Derken bana bir iğne gösterdi Demircan Amcam... Altı minicik, boğazıma girebilmesi için de iğnesi uuuuupuzun. Ve sordu;

"İğne yapayım mı çucuğuum?"

Siz ne cevap verirdiniz?

Aman canım acımasın, zaten iğne fobimiz de var.. Eh, dondurma alır gibi, kolaycacıkmış da..

"Hayır, yapmayın..!"

"O zaman tutun çucuğu.."

Bir hemşire ayaklarımdan tuttu, bir hemşire arkama geçti, kollarıma, hademe de kafamı tutuyor..! Ben hala durumu kavrayamamış halde diyorum ki;

"Ya, hiç gerek yoktu, ben dururdum..!"

"Aç ağzını bakayım çucuğum..!

Sonuç malumunuz; lokal anestezi bile yapmadan, canlı canlı boğaza inen dondurma alma benzeri kaşık.. Bademciğe yapışması, söküp alması... Canhıraş bir feryad.. Ve ölümcül ikinci cümle:

"Aç bakiim bir daha, bir tane daha var.."

İkinci bademciğin de "sökülüşü"..

"Aaa.. Sen de geniz eti de varmış. E girmişken onu da alıvereyim.. Bir daha aç bakalım ağzını.."

Artık bitkin halde, dese ki bana dilini de keseceğiz, açacağım ağzımı. Geniz etini de aldırdık...

"Geçmiş olsun çucuğum.."

Ah be Demircan Amca.. Yapılır mıydı bu bana!

Siz siz olun, küçük şeylerden kaçmayın. Sonra başınıza ne geleceği hiç belli olmuyor!


İlk Sınıfım, İlk Heyecanlar, İlk Hayalkırıklığı...

Okulun ilk gününü ben de herkes gibi unutmuyorum. Sınıfımız, okulun giriş katında, arka bahçeye bakan bir sınıf. Yaklaşık 30-35 kişiyiz sınıfta. Sıralarımızda yeşil örtüler var. Bazı arkadaşlarım ağlıyor, bazı arkadaşlarımın annesi de sınıfta. Ben ise annemleri istememişim. Burası benim sınıfım! Ne işleri var ki burada? :-)

Bir süre sonra öğretmenimiz Aynur Hanım velileri çıkarttı dışarı. Aaa, bizimkiler değil mi şu camdan bana el sallayan? Allah allaaah..! gidin yahu başımdan..! :-)

Annemleri de savuşturduktan sonra, sıra derse yapmaya geldi.

 "Oh be..! Yaşasın..! Yeni bilgiler öğrenmeye başlayabileceğiz artık..!"

Yaklaşık 2-3 haftalık düz çizgi, yan çizgi, yuvarlak, eğri, vs. çizdikten sonra sınıfta ilk parmak kaldırışım:

"Aynur Hanım..!" (Evet, uzun süre öğretmenime "Aynur Hanım," dedim. Sabırlı kadınmış vesselam..!)

"Efendim Başarcım?"

"Bize ne zaman yeni şeyler öğreteceksiniz? Hep çizgi, hep yuvarlak.. Sıkıldım ben..!"

Öğretmenimin cevap vermeden önce tahtaya dönüp bize farkettirmeden gülmeye çalıştığı bugün gibi gözümün önündedir. :-)

Sistemi sorgulamaya başlamam ve "niye şöyle değil de böyle," diye insanlara sorup sinir etmem o dönemden başlamış anlayacağınız.

Çarşamba, Ağustos 25, 2010

İlkokuldaki ilk günüm..

1981 yılı, Eylül ayı. Evde bir heyecan. Alışveriş yapılmış. Şimdiki gibi değil, alabileceğiniz 3 çeşit kalem, 4 çeşit defter, iki çeşit de defter kabı: mavi ve kırmızı. Defterler kaplanmış, kalemler açılmış. Annem, içine sinmemiş olacak ki, gıpgıcır siyah önlüğümü tekrar ütülemiş, beyaz, kolalı yakalığımı takmış, askıya asmış. Pabuçlarım da gıcır.. Hazırım okuldaki ilk günüme..!

Okulum, evimizin arka sokağındaki "Melâhat Şiefizade İlkokulu". Okul bahçesinde sıralandık dizi dizi, neler olacağını beklemeye koyulduk. Elbette ki herkes benim gibi değil. Ağlayanlar, sızlayanlar. Ne var ki bu kadar ağlayacak, anlamıyorum ki. Eee, herkes benim gibi cevval değil. :-)

Zil çaldı, büyükler içeri girdi. Biz birinci sınıflar dışarıda öğretmenlerimizin bizi almasını bekliyoruz. Biraz sonra, her daim topuz yaptığı sarı saçları ve gülümseyen yüzüyle Aynur Hanım geldi. İsmimizi tek tek okudu, ve ördek yavruları gibi peşine takarak sınıfımıza götürdü. Beni okula getiren annem, babam ve abime bir el sallayışı ile ben de karıştım diğer ördeklerin peşine ve sınıfa gittim. İşte, yeni bir hayatın başlangıcı..!